24 Temmuz 2017 Pazartesi

CÜBBELİ AHMET HOCA DAMALI ZEMİNDE AYİN YAPANLARI MI KASTEDİYORDU SATRANÇLA?

Mason Locası, Damalı Zemin, Satranç Tahtası, Cübbeli Ahmet Hoca
Satranç Oynayanlar Değil De, Damalı Zemin Üzerinde Ayin Yapanlar Mı Lanetlenmişti?
Damalı zemin görseli, gizemli bir sembol olarak kimlerle ilişkilendirilmiş?

Kimlerin simgesi haline gelmiş satranç tahtası görseli?

Bunun masonlukla ve illuminatiyle bağlantısı ne?

Damalı Zemin
Suç Ayinleri - Satanik Ritüeller
Mason Örgütünün, şeytana taptıklarının kanıtı olarak iddia edilen videolar
Satranç Tahtası,
Satranç Oynamak Ve Satranç Oynamanın Günah Olduğuna Dair Koparılan Yaygara...

Bağlantıyı kurun bakalım...

Google arama sonuçlarına göre, damalı zemin her mason locasında bulunurmuş ve locadaki ayin odası, tamamıyla damalı zeminle kaplı olurmuş. Ayinler damalı zemin üzerinde yapılmazsa; şeytan çağırma işleminin gerçekleşmeyeceğine de inanılırmış.

Konumuza Dönersek...
Halkın büyük çoğunluğu, Cübbeli Ahmet Hoca'nın "Satranç oynamayın! Satranç oynayanlar lanetlenmiştir!" sözleri ile alay etti...
Oysa, belki de söylenilenin ardında; söylenilmeyen başka bir gerçek vardı...
Belki Cübbeli Ahmet Hoca'nın açık açık dillendirmeye korktuğu bir gerçek...

Ve Cübbeli Ahmet Hoca, aptal değildi...

Şifreli bir mesaj veriyordu aslında mesajını çözebilecek kadar zeki olanlara...

"Satranç Oynamayın!" derken; aslında "Damalı zeminle ilişkili olan bütün örgütlerden UZAK DURUN!" diyordu...


2. Komplo Teorim:


Cübbeli Ahmet Hoca, o malum örgütler tarafından ciddi şekilde tehdit ediliyordu; belki satrançla ilgili o açıklamayı yapmadan önce de tehdit almıştı ve belki de ona üç seçenek sunulmuştu:

1- "Ya insanlara İslam'ı Kur'an gerçekleriyle değil; bizim senden anlatmanı istediğimiz şekliyle anlat; böylece insanları İslam'dan soğutarak ve inananları da yanlış yönlendirerek, sapıtmalarına neden olacak ve bizim yüzyıllardır izlediğimiz politikaya hizmet etmiş olacaksın."

Bunu kabul etmedi Cübbeli Ahmet Hoca, belki böyle bir şey yapması için para bile teklif ettiler Cübbeli Ahmet Hoca'ya; ama vicdanı el vermedi.
Tekliflerinin reddedileceğini anlayan o malum örgütler, işi bu kez tehdide vardırarak 2. seçeneği öne sürdüler ve şöyle dediler:

2- "Ya da eğer dediklerimizi yapmazsan; sana ve sevdiklerine zarar vereceğiz."

Tabii ki; bu da Cübbeli Ahmet Hoca'nın istediği bir şey değildi.

Ve korkmuyordu da onlardan; çünkü Kur'an - KERİM'de, Âl-i İmrân Suresi'nin 145. Ayet'inde: 

(RAHMAN Ve RAHİM Olan ALLAH'ın Adıyla,)

"Hiçbir kimse ALLAH'ın izni olmadan ölmez. Ölüm belirli bir süreye göre yazılmıştır. Kim dünya menfaatini isterse, kendisine ondan veririz. Kim de ahiret mükafatını isterse, ona da ondan veririz. Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız." deniliyordu.

Yani, ALLAH'ın izni olmadan; O'nun belirlediği süre gelmeden ve O'nun izni olmadan; hiç kimse ne ölebilir; ne de başka bir şey yapabilir. Ölüm belirli bir süreye göre yazılmıştır diyor ALLAH; bu da, onların ettikleri bütün tehditleri boşa çıkarıyor.

Dolayısıyla, Cübbeli Ahmet Hoca, doğru bildiği yolda, ilerlemeye devam ediyordu...

Ama, sonra... belki de yakınlarını kaçırmakla tehdit ettiler... O süre gelmeden, onu ya da yakınlarını öldüremezlerdi; ama ya kaçırırlarsa; ya tecavüz ederlerse diye korktu belki hoca... kendisine bir şey yapılmasından değil de; sevdiklerine bir şey yapmalarından korkmuştu belki de hoca... ama sonra bu korku da geçti; çünkü ALLAH'ın izni olmadan, hiçbir şeyin meydana gelmeyeceğini hatırladı ve ALLAH'a sığındı.
Zira Tegabun Suresi'nin 11. Ayeti'ni hatırladı:

(RAHMAN Ve RAHÎM Olan ALLAH'IN Adıyla...)
"ALLAH’ın izni olmadıkça bir musîbet isabet etmez. Ve kim ALLAH’a îmân ederse (âmenû olursa), (ALLAH) onun kalbine ulaşır. Ve ALLAH, her şeyi en iyi bilendir."

İşin özü, bu şekilde anlaşılınca, diğer insanların; ya da yaratılmışların bütün tehditleri boşa çıkıyordu. Zira, her türlü musibetten koruyacak TEK varlık; kendisinden başka ilah olmayan ve "Şükrederseniz arttırırım." diyen, adaleti ve merhameti en yüce ALLAH'tan başkası değildir. Bu durumda, O'na sığınmanın en mantıklı seçenek olduğu aşikârdır.

KENDİ KENDİSİNİ BİLİNÇLİ OLARAK İTİBARSIZLAŞTIRMA:

"Artık kendi cümlelerimi kullanmadığımı, o malum örgütlerin tehdidi ve güdümünde, o örgütlerin tellallığını yapmaya başladığımı ve insanların bundan sonra söyleyeceklerimi ciddiye almamaları gerektiğini, nasıl o gizli örgütlere çaktırmadan insanlara belli edebilirim? Aslında faydalı olan bir şeyin, faydasından herkesin haberdar olduğu bir şeyin; aşırı derecede büyük bir günah olduğunu söyleyerek tabii ki!

 Benim dinleyicilerim, zeki insanlardır; söylediklerimin ardında, söylemediklerimin de farkına varacaklardır..."

Hoca'nın yukarıdaki ayetleri unutarak davranmasının; normal koşullarda ihtimali sıfır.
Ama Cübbeli Ahmet Hoca'nın yerinde bir başka inanan olsaydı ve bu ayetleri es kaza unutmuş olsaydı; bahsi geçen tehditler karşısında İslam'ı tam olarak anlamaması nedeniyle korkması sebebiyle; o malum örgütlerin güdümünde davranıp; onların yalanlarla dolu sözlerini, İslam'ın gerçekleriymiş gibi anlatmayı kabul ettiğini bildirebilirdi onlara.
Aynı kişi, yine ALLAH'tan korktuğu için, o örgütlerin tekliflerini kabul ettiği andan itibaren söyleyecekleri konusunda; kendisine güvenen temiz insanların, kendisini ciddiye alıp da; söyleyeceklerine inanma ihtimallerinden; doğru yoldan çıkmalarından ya da İslam'dan soğuma ihtimallerinden ve o kadar kişiyi yanlış yönlendirmiş olmanın büyük günahından korkarak:
"Ne yapabilirim; bu konuda ne yapabilirim?" diye düşünebilir;
"Nasıl yapsam da, bu saatten itibaren söyleyeceklerimi insanlar ciddiye almaktan vazgeçse...??" şeklinde akıl yürütebilir ve şöyle bir çıkar yol izleyebilirdi:

'İnsanlara, herkesin faydalı olarak bildiği bir şeyi; faydasından emin olunan bir şeyi; gülünç ve abartılı bir şekilde faydasızmış gibi anlatırsam; insanlar daha önceki beyanlarımla, şimdiden itibaren yapacak olduklarım arasındaki mantık uyuşmazlığının farkına varır ve bu andan itibaren, söyleyeceklerimi ciddiye almaktan vazgeçerler. Bu sayede, o malum örgütlerin bana "zorla"; "tehditle" söylettikleri şeylerin; insanlara etki etme güçleri de sıfıra iner. Bu şekilde davranarak; hem bana zorla tellallıklarını yaptırmaya çalışan o malum örgütlere boyun eğiyormuşum gibi bir görüntü çizerim; dolayısıyla üstüme gelmekten vazgeçerler; hem de onların tellallığına soyunmuşum gibi görünürken; onların bana daha sonra zorla söyletecekleri şeylerden; sözlerime itimat etme potansiyeli taşıyan temiz insanları koruyabilirim bu yapay/suni "deli" algısıyla.'

Duruma uyarlayacak olursak; satranç hakkında "Satranç oynamak günahtır." sözlerini söyleyen "A"; ya da "B" Hocası; ya da akıl önderi, aslında şöyle demeye çalışıyor olabilirdi:

"Ey inananlar topluluğu... satranç gibi insan beynini geliştiren bir şeyin, günah olduğunu söylemem; beyin gelişimine faydalı olan cevizin zehirli olduğunu söylememe benziyor. Buradaki mantık hatasını görebilecek kadar zeki olduğunuzu umut ediyorum. Anlayın bu sözlerimden. Anlayın ki; büyük tehdit altındayım ve bu nedenle, bundan sonra söyleyeceklerimin; benim kendi İslam inancımla; ya da Kur'an - KERİM gerçekleriyle ilgisi yoktur. Bundan öncekileri değil belki; ama, bu günden itibaren söyleyeceklerimi ciddiye almayın; çünkü ben ALLAH'tan korkarım..."

Tabii ki; bu son örnekler, Cübbeli Ahmet Hoca; ya da Kur'an bilgisiyle eğitilmiş kişiler için geçerli değil; çünkü son örneklerde bahsi geçen tehditlerin anlamsızlığını, Kur'an Ayetleri'ni iyi bilen, Kur'an'ın sırrına vakıf herkes, açıklıkla fark edebilecektir. Dolayısıyla, Ali İmran Suresi'nin 175. Ayeti'nde ALLAH'ın ne söylediğini bilen, anlayan biri için; şeytan ve şeytanı dost edinenler tarafından yapılmış; ya da yapılacak hiç bir tehdit, mânâ içerebilecek kadar güçlü değildir. Zira ALLAH, Ali İmran Suresi'nin 175. Ayeti'nde inananlara şu sözlerle seslenmektedir:

"Fakat şeytan, böylece ancak kendi dostlarını (onu dost edinenleri) korkutur. Artık onlardan korkmayın ve eğer sizler mü’min iseniz, (sadece) Ben'den korkun."

Bu bilgilerle, Kur'an Ayetleri'ni iyi bilen Cübbeli Ahmet Hoca'nın hiçbir tehdide pabuç bırakmayacağını söyleyebiliriz. Öyleyse, o korkuyla hiçbir şey yapmadı ve söylemedi...

?  

KUKLACININ ÇALDIĞI BEYİNLER - ZİHİN KONTROLÜ KÖLELERİ - DİNDEN SOĞUTMA


O malum örgütlerin Cübbeli Ahmet Hoca'ya 3. Tehditleri:


"Geçmişte senin gibi olan bazılarını -ki; sen tanırsın o isimleri medyadan- delirtip; kuklalarımız haline getirdik zihin kontrolü silahlarımızla.
Şimdi, ya uyarılarımızı dinleyip; İslam'ı bizim sana anlatmanı istediğimiz şekilde anlatmaya başla; ya da seni itibarsızlaştırıp; sözlerini kıymetten düşürmesini biliriz. Tıpkı senden öncekilere yaptığımız gibi." dediler... Cübbeli Ahmet Hoca bu tehdide de boyun eğmedi; ama belki de içten içe endişelenmeye başlamıştı kendisine de zihin kontrolü uygulanma ihtimalinden; zira Hasan Mezarcı'ya yaptıkları ortadaydı. Belki de bu nedenden aşağıdaki videoda; o manidar sözleri söyledi:





Buradaki videoda da Hasan Mezarcı'nın, kendisine zihin kontrolü uygulanmadan önce; düşüncelerinin ne doğrultuda olduğu:




Şuradaki videoda da; Hasan Mezarcı'nın yoğun tehditlere ve zihin kontrolüne maruz bırakıldıktan sonra geçirdiği değişim, yukarıdaki konunun Cübbeli Ahmet Hoca başlığı altında irdelenişi çerçevesinde; sizlere fikir verebilecektir:




Aslında yukarıdaki videoyu izledikten sonra; Hasan Bey'in konuşmalarındaki tutarlılık; mantık örgüsünün bütünlüğü gibi şaşırtıcı veriler ve cümlelerindeki bir takım ayrıntılar, tıpkı müslümanları manipüle ederek; kendi inançlarına yaklaştırmak isteyen bazı kurumların; İslamî kurumlara, müslüman görünümlü ajanlarını sokması gibi; Hasan Mezarcı'nın da hristiyanları, İslami inançlar çerçevesinde manipüle ederek; onları İslam'a yaklaştırmak için ayarlanmış, Hristiyan görünümlü ama aslında müslüman bir ajan olduğu hissini verdi.

Örnek:

*Hristiyanlıkta geçen baba-oğul kavramından bahsederken; İslam inancına paralel bir şekilde "Baba - oğul mecazdır; ALLAH ile İsa arasında biyolojik bir bağ yoktur." demesi...

Hatta başka bir videoda, bunu destekler biçimdeki demeçlerini okurken; videonun 1:04. saniyesinde: "Kilise, Mesih'i ilahlaştıran 'üçlü birlik' öğretisi yerine; İncil'de bizzat Mesih'in öğrettiği 'Tek Tanrı' öğretisine dönmelidir." şeklindeki sözleri, oluşturulan bu sunî deli algısının; aslında nasıl da akıllıca bir amaca hizmet ettiğini, gözler önüne serer nitelikte... :)

İşte o video:




Önceki video ile ilgili örneklere dönersek...

* " '''''BİZİM''''' ALLAH'a VELÎ'miz dediğimiz gibi; Hristiyanlar da baba derken mecazî anlamda diyorlar." demesi...

Burada, dikkatimi çeken, hem VELÎ derken, ALLAH'ın 99 isminden birini vurgulaması; hem de kullandığı kişi zamirleri. Biraz yakından bakarsanız; "Bizim ALLAH'a VELÎ dediğimiz gibi" diyor. Yani bizim derken, kendisini de işin içine katıyor ve Hristiyanlar'ın mecazi anlamda 'baba' demelerinden bahsederken; 'biz' demiyor; 'Hristiyanlar' diyor; yani bir çeşit bilinçdışı kendi kendini ele mi veriyor kullandığı zamirlerde istemsizce; yoksa ağız alışkanlığı mı? Cevap size kalmış...

*İbadetlerden bahsederken, "namaz, oruç, hac" gibi İslâmî ibadet yöntemlerinden bahsetmesi; Hristiyanlara özgü ibadet biçimlerinden örnek vermemesi...

*Peygamberlerden bahsederken; Hz. İsa Peygamber'in adını geçirdiği yerlerde; Hz. Muhammed Peygamber'in de adını geçirmesi ve bu isimleri geçirdiği yerlerde, Hz. Muhammed (A.S.)'ın hikayelerinden bahsederken; gerçek bir olaydan bahsettiğini ve Hz. Muhammed (A.S.)'ın peygamberliğini tanıdığını beyan eder tarzda konuşmaları ve bu kısımlarda, "Doğru, değil mi?" diye sorarken, başını yukarı ve aşağı yönlerinde sallayarak; bilgiyi, karşı tarafa kabul ettiren tarzda bilinçdışı mesajlar vermeleri... :) Ne kadar kurnazca... zekice... dahice hatta! :)

Bu şekilde, çevresinde topladığı Hristiyanlar'ın bilinçdışlarında Hz. Muhammed'in peygamberliğinin gerçekliğine dair inançları filizlendirecek tohumlar atarak; belki de zamanla İslam'a katılanların sayılarını arttırmayı amaçlıyordur... :)

Neyse, bu başka bir komplo teorisinin konusu.

Olayın zihin kontrol yöntemleriyle nasıl buralara kadar geldiğini araştırmak isteyenler için; konuyla alakalı iki video daha bırakıyorum aşağıya...

Ve küçük bir not daha: Eğer alttaki videolardaki gibi, kişiyi zorla bambaşka inanç sistemine sahip birine dönüştürme çabası varsa ve Hasan Mezarcı; ağır işkence ve tehditler altında, 180 derecelik bir dönüş sergilemişse; yukarıdaki değerlendirmelerimin gerçek olma ihtimallerini de göz önünde bulundurarak; Hasan Mezarcı'nın sırf onların tehditlerinden kurtulmak için, değişMİŞ GİBİ yaptığını, İsa/Mesih rolünü üstlenirken; o malum örgütlerin dediklerini yapıyor GİBİ görünürken, aslında alttan alta hâlâ İslâmî değerleri savunduğunu ve bu bağlamda ustaca sergilediği hareketlerinin ve özenle seçtiği cümlelerinin arasına gizlenmiş bilinçdışı mesajlarla; yine İslâmî değerleri insanların beyinlerine çaktırmadan kazırken; işini gayet iyi yaptığını ve takdirlemizi hak ettiğini söyleyebiliriz.







                                         


Komplo teorilerine konu olmaktan uzak; kalpleriniz kadar iyi ve mutlu bir hayat yaşamaya devam etmeniz dileklerimle...

Saygılar efendim...

14 Temmuz 2017 Cuma

CesEt Yiyen Herkesin Üzerinde Hakkım Var...

Ne Ekersen Onu Biçersin...
Söz konusu hak kavramı olduğunda, dininizin ne olduğu; ya da bir inancınızın olup olmaması mühim değil.
Hepiniz, hepimiz bazı haklara saygı göstermek zorundayız:
"Yaşama Hakkına..."

Bazıları evlerini hayvanlarla paylaşan insanlara eziyet etmeyi adet edinmiş.

Kendilerine gerekçe olarak, evden hayvan kokusu geldiğini; ya da evdeki hayvanın gürültü yaptığını öne sürüyorlar.

Sokakta yaşamını sürdürmeye çalışan hayvanları besleyen merhametli insanların, kışın soğuktan üşümesinler diye yaptıkları kedi/köpek evlerini bozmayı; sokaklara hayvanlar için bırakılan su ve mama kaplarını atmayı; kendi evinin balkonuna kuşlar için yem bırakan insanları, "Balkonundan kuşları kov, çamaşırlarımı kirletiyorlar!" diye azarlamayı da adet edinmiş o bazıları...

Bir de hayvan severlere, duyarlı insanlara şöyle bir etiket yapıştırma çabası içindeler:

"ZAVALLILAR... İnsanlarla iletişim kuramadığı için, insanlardan alamadığı sevgiyi hayvanlarla gidermeye çalışıyorlar!"

Nasıl bir etiket bu?
Nasıl bir tanımlama biçimi?
Ya da nasıl bir ego tatmini?
Önce ötekileştirme, sonra da ötekileştirdiği üzerinden, öteki dediğini ezerek; aşağılayarak/yererek yükseldiğini; üstünlük algısı oluşturduğunu zannetmekten; asıl acınası olanın, asıl sevgiye ermemiş ve sevme duygusundan yoksun olanın; duyguların merkezi amigdaladan mahrum olup da, çıkar üzerine ilişki kurmayı ve çıkarı varsa sevmeyi sevme zannedenin; özetle Evren'e bir fazlalık olanın kendisi olduğunu haykırmaktan başka bir şey değil onların sözleri ve yaptıkları...

Çünkü...
Merhametten yoksunluk içeren ve "Hep bana! Hep bana!" diyen davranışları yüzünden; doymak bilmeyen iştahları ve açgözlülükleri yüzünden; doğaya hiçbir zararı olmadan, sadece yaşamını idame ettirmeye çalışan hayvanların; o sokak hayvanı dediklerinin yaşam alanlarını, betonarme yapılarıyla; yok ettikleri ormanlarla; azalttıkları oksijenle; akıttıkları ziftlerle ve saçtıkları zehirlerle azalttılar!

Sonra da, hiç utanmadan; HİÇ UTANMADAN diyebiliyorlar "O hayvana burada bakma! Bu sokağa mama bırakma! Çocuklarımı cırmıklayacaklar! Eşimin tüye alerjisi var! Zavallı, ezik hayvansever! Başkalarında sevgi bulamadığın için, sosyal yaşamda kendine bir yer edinemediğin için hayvan besliyorsun değil mi?! Bu veganlar, vejetaryenler salak! CesEtsiz yemek mi olurmuş?!"

O son cümleyle, nekrofili hastası olduklarını itiraf ettiklerinin farkında bile değiller midelerini mezarlık olarak kullanan, ölü beden parçalarını öğütücü gibi gördükleri mide ve bağırsaklarında yok etmeye çalışanlar...

Hiç utanmadan...

Hiç utanmadan yaptıkları o kadar şey var ki!
Bütün o ikiyüzlülüklerini; sevmedikleri halde seviyormuş gibi yapmalarını; yalanlarla bezedikleri cümlelerini ve yalan söylemelerini; insanları giysileriyle, diplomalarıyla, paralarının azlığı veya çokluğuyla; ırkları ve derilerinin renkleriyle aşağılamalarını/hor görmelerini kendilerinin bir marifeti ve güçlü olmanın gereği gibi görüyorlar...
Hissizliğe, kötü ve kırıcı olmaya, çoğunluğun arasında sırf çoğunluk sarı renkli kilot giyiniyor diye; başka hiç bir nedeni olmaksızın, çoğunluktan biri gibi gözükebilmek için sarı renkli kilot giyinmeye ve sarı renkli kilot giyinmeyenlerin ezik ve zavallı, toplumdan dışlanmış kişiler olduğunu söylemeye "GÜÇ" diyorlar; bu şekilde davranmanın akıllılık olduğunu zannediyorlar ve bu zannedişleri esnasında, aslında beyinlerinin ne kadar gelişmemiş; ya da sınırlı bir gelişim göstermiş olduğu gerçeğinden haberdar olmadıkları için, değişim göstermeye; farklı davranmaya; ya da en azından daha zararsız insanlar haline gelmeye niyetli görünmüyorlar...

Bir bilseler... bir bilseler bu gezegene "insan"dan daha fazla zarar vermiş başka hiç bir canlı olmadığını ve bu yüzden, gezegendeki diğer canlılarla kıyaslandığında, EN AZ hak sahibi olanların da yine insanlar olduğunun farkına bir varabilseler...
Sanırım her şey daha kolay olacaktı...
İnsanın bu üstünlük yanılgısı, onun en büyük zavallılığı...

Bana gelince... 
Hani siz rahatsız olduğunuzu söylüyorsunuz ya o hayvan kokularından, seslerinden ve sokaklara kedi/köpek evleri yapılmasından; mama ve su kapları bırakılmasından...
Hani, hayvanseverlerin bu şekilde davranmalarını; sizin haklarınızın ihlali olarak algılıyorsunuz ya...
Ben de rahatsız oluyorum evlerinizde pişirdiğiniz cesEt kokularından...
Emin olun, bir koku daha iğrenç olamazdı!
Ben de rahatsız oluyorum sokakta yürürken siz, koltuk altlarınızdan yükselen o baharatlı kokudan...
Ben de rahatsız oluyorum o kapınızın önüne bıraktığınız ayakkabılarınızdan yükselen ayak kokularından...
Ben de rahatsız oluyorum evlerinizden yükselen, birbirinizi azarladığınız; birbirinize beddua ettiğiniz o rahatsız edici seslerden...
Ben de rahatsız oluyorum tadilat adı altında, duvarlarımı deliyormuş gibi gelen gürültülerinizden...
Ben de rahatsız oluyorum negatif enerjiyle yüklü şarkılarınızdan ve negatif enerjinizden...
Ben de rahatsız oluyorum gözlerinize baktığımda gördüğüm o acımasız ve sahtelik kokan ifadeden...
Ve rahatsız oluyorum evladım dediğim canlara, hiç acımadan; hiç utanmadan ve sormadan kıymalarınızdan!
Hani bir şarkı var "Aşk Layık Olanda Kalmalı..." diye sözleri olan...
Orada, bütün günahsızlığıyla; bir damla sevgiye; hiç bir nankörlük yapmadan, bin damla sevgiyle karşılık veren... İhanet etmeyen... Yalansız ve çıkarsız seven... doğaya hiçbir zararı olmayan, hiç bir ormanı yakmamış; hiç bir ağacı kesmemiş; hiç bir canlının derisinden, dişinden süs eşyası ve giysi yapmak için hiçbir canlıya kıymamış; denizlere, havaya zehir katmamış; daha fazla zenginlik için kitlesel katliamlar yapmamış; küresel ısınmaya ve iklim değişikliklerine neden olmamış hayvanlar varken... SEVGİ DE LAYIK OLANDA KALMALI...

Bütün hayvanlar benim evlatlarımdır ve siz yediğiniz her bir cesEt parçasında; bana da, çocuklarıma da kıymış ve hakkımıza girmiş oluyorsunuz.

Ve ben size hakkımı helal etmiyorum.

Eğer gerçekten inanıyorsanız İlahi/Evrensel bir adalete...
Başınıza gelen her bir kötülükte, hakkınızı aramak için her çırpındığınızda, aklınıza ben ve benim gibi haklarını ihlal ettikleriniz gelecek; çünkü Evren'in değişmez bir kuralı var ve ne ekerseniz, onu biçersiniz...