16 Aralık 2016 Cuma

.....Varlığın Güzelliği…..

Evren, bilseniz de bilmeseniz de hepinizle konuşuyor aslında...

Çocukken düşünürdüm hep, varlığın öncesini… ilk insan, ilk canlı, ilk yaratılış, ilk varlık… peki ya öncesi? Düşünürdüm hep, Tanrı'nın nasıl var olduğunu… Yani, ya hiç bir şey olmasaydı? Hiç birimiz, hiç bir şey, hiç bir varlık belirtisi… Yokluğun düşüncesi bile o denli korkunç ki… Evren'e teşekkür etmeden yapamıyorum varlığı için… sonsuz güzellikteki varlığı için… Gezegenimizi düşünüyorum sonra...

masmavi gökyüzünü, pamuk şekeri gibi bulutları, berrak suları, toprağın kokusunu, yağmurun; kar tanelerinin güzelliklerini, yeşili, güneşin o mesafeli duruşunun bize ulaştırdığı sıcaklığı, hayatı; bütün o masum canlıları...

O kadar değerli ki; yaşam, yaşamak… var olmak...

Özellikle de sevgiyi hissederken; severken yaşamak...

Her duygunun bir enerjisi var, gözlerinizle ancak yansımasını görebildiğiniz; ama ardında capcanlı, bambaşka bir varoluş barındıran bir enerji...

Konuşuyoruz Evren'le, yaydığımız o enerjiler sayesinde, duygularımızla, hislerimizle… sürekli iletişim halindeyiz Evren'le...

Her duyguya karşılık gelen bir nota, bir melodi var… O melodilerle de sürdürmeye devam ediyoruz iletişimimizi...

Siz hiç gördünüz mü, bir kuşun bazı melodileri umursamazken; bazı melodilere, neşe içinde cıvıldayarak, dans ederek karşılık verdiğini?

Kelimelerle iletişim kurmasaydık eğer, sadece sesimizin tonuyla anlatabilir miydik ne demek istediğimizi?

Evet...

Aşığım gezegenimizdeki her canlı ile iletişim kurabilmemize yarayan duyguların, enerjilerin diline...

Enerjilerin, enerjinin de dili mi olurmuş demeyin.

Her duygumuzun olduğu gibi, düşüncelerimizin de enerji boyutunda bir karşılığı var...

Hani bazen, hiç tanımadığımız birini gördüğümüzde; onu hiç tanımasak bile, kanımız ısınır, ona iyi duygular besleriz ya...

Aslında, orada, o kişiyle, kelimelerimizden önce enerjilerimiz konuşmuştur da, farkında olmayız çoğu zaman...

Ya ondan öğreneceğimiz bir şey vardır ve bunu auralarımız fark etmiştir; ya da, onda bize iyi gelecek veya bizde ona iyi gelecek bir şeyler vardır...

Bunun aksinin de geçerli olduğu durumlar olabilir tabi...

Ne yaşamış olursak olalım, her şeye rağmen var olmak… var kalmak o kadar güzel ki...

Bunun kıymetini, en iyi hiç bir şeyin olmadığını düşündüğünüzde anlayabilirsiniz, o nedenle… teşekkür etmek lazım, hep teşekkür etmek varlığa, Evren'e…

Seni seviyorum Evren, varlık… iyi ki; varsın bütün ihtişamınla…

…..KALBİNİ GÖSTER BANA…..

İnsanları ırklarına, dinlerine, dillerine, derilerinin rengine göre değil; yaşam hakkına duydukları saygının miktarına göre sınıflandırıyorum. Ve benim gözlerimde, "en değerli olanlar"ı, hep yaşam hakkına "daha çok saygı duyanlar" oluşturuyor...

Rastlıyorum internette, orada burada… Diyorlar ki; o Yahudi, o kötü biri… sonra bakıyorum o kötüledikleri kişiye, kendisine kötü diyen o kişilerden daha çok merhamet barındırıyor yüreğinde hakkını savunamayan hayvanlara karşı...

Başka bir yerde görüyorum, diyorlar ki; o şu partiden, o kötü biri...

Sonra bakıyorum o kötü dediklerine de, sırf daha çok yaşasın o hayvanlar diye, vegan yaşam tarzını benimsemiş… Merhameti öğütlüyor insanlara...

Başka bir yerde, diyorlar ki; o kötü, çünkü o şu ülke vatandaşı… Ona bakıyorum sonra, buz gibi soğukta, üşümesin daha fazla diye, gördüğü evsize, hiç tereddüt etmeden çıkarıp paltosunu veriyor...

O kadar çok, o kadar çok örnek var ki; bütün bunlarla ilgili...

Hangisi daha değerli? Hangisi...

Aynı ırktan, aynı dinden, aynı ülkeden olmanın ötesinde, üstünde değil mi insanlık? Etiketlere, kimliklere değil de; yüreklere bakmıyor musun değer vermek için?

Mesele, önyargılardan sıyrılabilip, bedenin içine gizlenmiş kalpleri görebilmekle ilgili...

Ve sen dostum...

Umurumda değil hangi partiye oy verdiğin; hangi dinden olduğun; derinin rengi; hangi dili konuştuğun; ya da inancın...

Bana ne bunlardan...!!

Kalbini göster bana… Yüreğinin taa derinlerine bakayım...

Orada merhamet barındırıyorsan eğer, insan olabilmeyi de başarabilmişsin demektir… Orada merhamet barındırıyorsan eğer...

DEĞERLİSİN…..

Lanetli Döngü

İlk on yılda yaşadıklarımız, her on yılda bir tekrar mı ediyor?
Başkalarını bilemem; ama benim için durum bu şekilde… Her on yılda bir benzer döngüler, benzer enerjiler, benzer şeyler yaşamak; artık bir kâbus halini almaya başladı; çünkü yaşamımın ilk on yılına ait olaylar, pek de parlak değil….. Hiç üşenmeden, yaşamımın ilk on yılından itibaren günleri, tarihleri topladım. Mesela, benim için günler, 9 rakamına kadar… Genelde insanlar, günleri Pazartesi, Salı, Çarşamba şeklinde sıralarlar… Bense günleri, tarihleri toplayıp; bu gün 1 günü, yarın 2, sonraki gün 3, ertesi gün 4 ve daha sonraki gün 5 günü… bu gün 9 günü şeklinde nitelendiririm. Çocukluğumdan beri yaparım bunu; çünkü tarihleri topladığınızda, günler 9'a kadar gidiyor… sonra tekrar 1'den başlayıp; 9'a kadar yine devam ediyor...
9 günde bir tekrar eden bu halka, nedense iş yıllara döküldüğünde; 10'ar ve 100'er yıllık döngüler şeklinde tekerrür ediyor. Mesela ben 10 yaşındayken, Irak, Kuveyt'e saldırmıştı. Aradan 10 yıl geçti, ben 20 yaşındayken, bu kez ABD, Irak'a saldırdı. Aradan 10 yıl daha geçti, bu kez başka bir savaş daha çıktı. Döngünün laneti…
Yaşamımda, kilit önem arz eden bazı travmalar da söz konusu. Ama şimdi bunlardan bahsetmeyeceğim. Nasıl oluyor da, enerjiler söz birliği etmişçesine, her on yılda bir, benzer durumları karşıma çıkarıyor? Ayrıntılara girsem hayret edersiniz belki; belki kendi yaşamlarınıza, anılarınıza bakıp; geçmişte yaşadığınız ve sizi çok etkileyen belli başlı olayların, 10 yılda bir benzerlerinin karşınıza nasıl çıkarıldığını görüp, şaşırabilirsiniz de…
Bu, ülkeler baz alındığında, 100 yılda bir tekrar eden döngüler şeklinde de kendini gösteriyor… Örneğin, bundan yüz yıl önce, ülkemiz, işgal altındaydı ve kurtuluş mücadelesi veriyorduk… Bu gün, o işgal yıllarının ardından 100 yıl sonra, yine benzer mücadeleleri veriyor ülkemiz.
10 yılda bir tekrar eden benzer enerjiler ve durumlar, on yıl öncekinden farklı davranılsa; farklı sonuçlara ulaşılabilir mi?
Bunu da denedim… 20 yaşımdayken yaşadıklarımı yaşamamak için, 30 yaşımda farklı davranmaya çalıştım. İnce eleyip, sık dokudum. Olabildiğince mantıklı bir yol izlemek için zorladım kendimi… ama enerjiler… benzer enerjiler, çevrenizde öyle bir girdap oluşturuyor ki; istemeseniz ve farklı yaptığınızı düşünseniz bile, kaçamıyorsunuz; farklı sonuçlara ulaşamıyorsunuz… O enerjiler, adeta size geçmiş travmalarınızı hatırlatmak için itiyor da, itiyor sizi benzer travmaların içine… En azından ben farklı yapmama rağmen, benzer enerji ve benzer durumlardan kaçamadım bir türlü… sonuç aynı… travma.
Ama bu sizin için farklı olabilir; yani, en azından ilk çocukluk ve gençlik evrenizi sorunsuz atlatmışsanız; daha sonraki döngülerinizde de pek sorun olmuyor, rahat atlatıyorsunuz enerji döngülerinin etkilerini… Bu nedenle, çocuklarınızı, ilk yirmi yıllık süreçte korumanız; onları olası her türlü travmalardan uzak tutabilmeniz çok, çok önemli...

Peki ben ne öğrendim kendi lanetli döngülerimden?
Çıkardığım derslerle, ne olursa olsun uzak durmam gereken durumlar ve kişiler olduğu sonucuna vardım.
Bu nedenle, bana özgü lanetli döngüm yüzünden; ilişkilerden, yakın arkadaşlıklardan mümkün olduğunca uzak durmam lazım mesela...
Çünkü, enerjiler, benzer travmaları yaşatmak için hep insanları; yakın ilişki kurduğum kişileri kullanıyor, kullandı...
Yani, ben insanlardan hep uzak durmuş olsaydım; belki de o travmaların hiç birisini de yaşamamış olacaktım… Ama döngü ve tekrar eden enerji oluşumları buna izin verir mi? Bilmiyorum...
Şimdiye kadar izin verilmedi… Artık, az çok tahmin edebiliyorum hangi yıllarda, karşıma ne tür olayların çıkabileceğini… Artık olası sonuçların da farkındayım… Ve döngümdeki lanete üzülüyorum…..
Yaşamımın hep bir romantik komedi tadında olmasını isterdim oysa… oysa, benim karşıma hep dramları çıkardılar… ve ben oldum olası sevmedim dramları… hiç sevmedim… Kendi döngümdeki dramlar yüzünden...
Başka bir şey daha öğrendim… Yaşamla ve Evren'le ilgili...
İnsan, aslında bütün hayatını TEK BİR AN'DA yaşıyor… Bir yağmur damlasının, durgun bir suyun üzerine düştüğünde, çevresine yayılan halkalardan ve o halkaların çokluğundan ibaret bütün bir yaşam...
Git gide genişleyen, genişledikçe çizgisindeki görünüm silikleşen ve etkisi azalan halkaların iç içe diziliminden ibaret kaderiniz, kaderlerimiz...
Ha, evet… o halkaların çizgisi yayılımı; dışarıdan müdahaleyle; yani başka bir damlanın daha sizin düştüğünüz suyun üzerine düşüp de, halkalarınızın aldığı şekli değiştirmesiyle dönüşebilir, başkalaşabilir...
Bu yüzden… bir su damlasının o durgun suyun yüzeyinde oluşturduğu etki ve hareler; bütün yaşamımızı değiştirebilir ve biz de aynı etkiyi o suya düşerek, başka harelerin şekillerini etkilemek suretiyle başkalarının hayatlarına yaptık, yapıyoruz...
Umarım sizin döngünüz, sizin hareleriniz; hem kendiniz için, hem de başkalarının yaşamları için olumlu etkiler içeriyordur...
Dün'de, Bu Gün'de, Yarın'da...

Geçmiş'te, Şimdi'de Ve Gelecek'te...

NİYE…??

Hani insan, kibirliliği ve kör algısı yüzünden, iddia ediyor ya bu dünyadaki en üstün ve mükemmel canlı olduğunu… Aslında öyle değil. İnsanlar kadar doğaya, ekosisteme ve gezegenimize zarar verebilmiş başka bir canlı türü daha yok. Küresel ısınmanın ve bir çok canlı türünün yok olmasının nedeni olmuş insanların; diğer canlı türlerinin yaşam alanlarını istila edip, tahrip etmiş insanların; kendilerini zeki olarak görmelerinin arkasında yatan tek şey; onların alet kullanmaya ve yapmaya yarayan elleri. Eğer hayvanların da, insanlar kadar gelişmiş elleri olsaydı; onlar da alet üretme ve kullanma becerisine sahip olurlardı. Örneğin, kunduzlar… suyun altında mükemmel ısı yalıtımlı evler inşa edebiliyorlar elleri ve tahtalara şekil vermeye yarayan dişleri sayesinde. Ama, onların doğayla barışık bir yaşam sürme istekleri, onların insanlar gibi tahribat yapmasına da engel oluyor.
Oysa insan öyle mi? Nasıl iddia edebiliyor insan, doğadaki en üstün canlı olduğunu; ona en çok zarar veren kendisiyken? Nasıl bu denli bencil ve kibirli olabiliyor?
Örneğin, salyangozların büyüyüp küçülebilen, uzayan gözleri var…
Kuşların havadaki elektrik sinyallerini algılamasına yarayan gelişmiş beyinleri ve uçma yetenekleri var.
Köpeklerin algılanması en zor kokuları bile kilometrelerce öteden algılamalarına yarayan gelişmiş burunları var.
Yılanların, karanlıkta da görmelerini sağlayan ısıya duyarlı gözleri var.
Bal arıları, polenleme işlemini yaparak; doğada yeşilin ve hayatın canlılığını ve devamlılığını sağlıyorlar…
O beğenmediğiniz eşek arıları, o kadar akıllı ki; sabahın ilk ışıklarıyla beslenmek için çıkıp; akşam yuvalarına geri dönüyor; zararlı böceklerin üremesine engel oluyor ve öğrenebiliyorlar neyden uzak durmaları gerektiğini; neyin güvenli olduğunu. Kokusundan ve sesinden tanıyabiliyorlar insanları; kendisini besleyenleri. Siz incitmedikçe, zarar da vermiyorlar; öyle keyiflerince batırmıyorlar iğnelerini.
Karıncalar telepatik olarak birbirleriyle haberleşme becerilerine sahipler. Ezilme tehlikeleri olduğunu bildiklerinden, yolun kenarından, tek çizgi halinde yürüyorlar.
Bir kuş, bir muhabbet kuşu; sizin çocuklarınızı hangi davranışları sonucunda uyardığınızı ve uyarırken, çocuklarınıza ne söylediğinizi öğrenip; siz odada değilken, çocuklarınız, o yapmamalarını istediğiniz şeyleri yaptıklarında, çocuklarınızı sizin kelimelerinizle uyarabiliyor; bir nevi, çocuk bakıcılığı, uyarıcılığı ve gözlemciliği yapıyor adeta.
Doğada, insanlardan çok çok üstün yeteneklere ve zekaya sahip, daha o kadar hayvan var ki… ama onlar bir bebek kadar masum; en iyi yargıçtan bile daha adaletliler… Bu nedenle, doğayla barışık ve ona zarar vermeden sürdürüyorlar yaşamlarını.

Hal böyleyken… insan… bu kibrin niye?

Bim'deki Vefalı Kasiyer

Geçenlerde Bim'den alışveriş yapıyordum, tesadüfen baktığım reyonun yanındaki görevli; kendisine bir ürünü soran kadına, o ürünü göstermeye çalışırken; ürünü aradığı raflardan bir kaç paket aşağıya düştü. Hiç üşenmeden ve beklemeden yere düşen ürünleri kaldırıp; raflara koydum. Görevli teşekkür etti istemsizce, ben de "Bir şey değil." deyip, alışverişime devam ettim. Neyse, kasaya geldiğimde, tesadüfen o görevli kasanın başındaydı. Arkamda da, aldıklarını kasadan geçirmek için bekleyen bir kalabalık…


Görevli, ürünlerimi kasadan geçirdikten sonra; para ödememi beklemeden, hemen, çabuk hareketlerle aldıklarımı poşetlere yerleştirdi. Arkadan seslendiler: "O yerleştirir, bizim ürünlerimizi geçirseydiniz siz…" Görevli hiç istifini bozmadan, aldıklarımı bana bile fırsat vermeden poşetlere doldurmaya devam ederken; "Hanımefendi, görmüyor musunuz; işlemdeyim şu an…" dedi. Arkadakiler, onun bu tepkisi üzerine bir şey diyemediler… Oysa, normalde, Bim'de, kasiyerler sadece ürün geçirirler. Müşteri kendisi doldurur poşetlerini. Neyse, şunu anladım; hiç bir karşılık beklemeden yaptığım iyilik, görevliyi etkilemiş ve karşılığında, o da bana yardım etmek istemişti… Demek ki̇; hâlâ kıymet bilen, yapılan iyiliğin değerini bilen iyi insanlar VAR bu dünyada...

Onların Çocuklarına Da Başkaları Mı Deney Yapacak?

Zihin Kontrolüne Son
Tek suçu doğmuş olmaktı. Annesinin yıllar önce güya "ders kapsamında" kurbağalar üzerinde yaptığı deney; yıllar sonra kendisinden çıkarılmıştı. Şimdi o da, başkalarının telegram cihazlarını test etmek için kendisinden izin alınmadan kullandıkları bir denekti. Bir zihin kontrolü deneği…..

Rüyalar yoluyla manipülasyon; beynin belli duygu kısımlarına gönderilen elektromanyetik dalgalar aracılığıyla, duyguların manipülasyonu; zaaflarının kullanılması suretiyle yapılan manipülasyon… O kadar çoktu ki; maruz kaldığı işkence..!

Hayvanlar, onun zaafıydı; çünkü, evladı gibi seviyordu hayvanları… Bu nedenle, satın aldıkları pet shop görevlilerini kullandılar; veteriner hekimleri kullandılar ve başkalarını...

Bu deney için büyük bir bütçe ayırdıkları çok barizdi. Savaşamazdı onlarla; ya da karşı koysa bile, işe yaramazdı. Çok fazlaydı bu ona, onun gücünün üstünde; onu adeta çıplak bırakan bir boyutta...

Kim bilir kaç defa gizlice tecavüz etmiş; ruhuna ettikleri tacizin yanında, bedenini de kullanıp; unutturmuşlardı kendisine…
Kim bilir, selam verdiği; tanıdığı kaç kişi daha onların kontrolünde ve onlara hizmet ediyordu? Anılarını taradı, geçmişinde onlara hizmet edebileceklerin listesi belliydi… ama, kime şikayet edebilirdi; kimden yardım isteyebilirdi..? Sıradan insanlar, zaten anlamazlardı. Savunma psikolojisi gereği; önce inkar ederlerdi; ardından "Delisin sen…" derlerdi… O kadar zordu ki; doğru cevapları ve doğru kişileri bulmak...

Çaresiz hissediyordu… uzun süredir çaresiz… sanki duaları, yankısını sadece kendisinin duyabildiği sessiz çığlıklardan ibaretti...

Akbabaların üşüştüğü bir çevre, onun tükenmesini bekliyordu...
Sanki "Bir an önce ölsün!" der gibi..!


İçini acıtan gerçeği düşünürken sorguladı kendince… "Acaba…" dedi… "Acaba, onların çocuklarına da başkaları mı deney yapacak..?"

.....Bedeni Büyük, Gözleri Çocuk Adam.....

Gözleri Çocuk Adam
Vicdanım ve mantığım konuşup duruyorlar…
Aralarına kalbimin merhameti fısıldayan sesi karışıyor…
Ne saçma, ne saçma insanların birbirlerini inançları; dinleri üzerinden yargılamaları!
Bak… hayata saygısına bak…
Bak… kalbine bak, vicdanına bak…
Merhametine bak…
Sevme potansiyeline bak…
Sevebiliyorsa, 
Kalbi merhamet ve vicdan taşıyorsa;
Sen de sev, merhamet et, vicdanlı davran…
Neden yargılarlar birbirlerini zararsız fikirleri, kimlikleri, ırkları yüzünden?
Neden yaparlar bunu?
Ellerimde duruyor onun kaderini değiştirebilecek ipler…
Ama karar veremiyorum…
Gözleri bir çocuğun gözleri…
Orada görebildiğim, sadece bir çocuk…
Beyni yıkanmış; yanlış yerde, yanlış kişilerle büyümüş;
Belki de hiç sevgi görmemiş; sevilmeden büyümüş bir çocuk…
Gözlerinde hala o büyümemiş çocuğun izleri…
Nasıl kırarım kalemimi?
Nasıl bırakırım o ipleri?
Sonra mantığım diyor ki;
Ama o vicdanlı davranmamış birilerine…
Ama o şunları şunları da yapmış…
Kalbim itiraz ediyor: “Ama o hala bir çocuk; onu kandırmışlar yalanlarla!”
Orada,
Beyni yıkanmış;
Acımasızlık tohumları ekilmiş;
Kendi dininden olmayanlara düşman edilmiş
Bir çocuk duruyor.
Bedeni büyük; ama gözleri çocuk…..
Keşke, kalem kırılmadan;
İpler bırakılmadan;
Hiç kimseyi incitmeksizin; o çocuğu kurtarabilmenin,
Onu iyi biri yapabilmenin bir yolu olsa…
Kalbimin merhamet sesi çok ağır basıyor…
Sanki onun da annesi benmişim gibi,
O da benim çocuğummuş gibi hissediyorum…
Bedeni büyük,
Gözleri çocuk;
Yaptıkları çok iyi şeyler değil belki; ama…
Kıyamıyorum…

Darbe Girişiminde Zihin Kontrolü: O İsme Dokunma!

Acaba askerler, darbe teşebbüsünde bulunmaları için uzun süredir bir zihin kontolü çalışmasına maruz bırakılmış olabilirler mi?
Acaba Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan, bu zihin kontrolü çalışmalarından ne kadar haberdar?
Acaba, darbe teşebbüsünün başarısızlıkla sonuçlanma ihtimalini göz önünde bulunduran zihin kontrolcüler; tetiği çek emri verenin kendileri olduğunu gizlemek için, özellikle zihin kontrolü silahlarını kullanarak, bu girişimde bulunmuş olabilirler mi?
Yani, darbe emrini o darbe girişiminde görevli subaylara veren zihin kontrolcüler, o subayların kafasında oluşan darbe isteğinin oluşması için, uzun süredir, o subayları elektomanyetik zihin kontrolü mesajlarına maruz bırakmış olabilirler mi?
Darbeciler, neden diğer komutanları, darp edip; ellerini ve gözlerini bağlarken; o üst rütbeli kişiye hiç bir şey yapmamışlar?
Zihin kontrolcülerle birlikte çalışan, darbe emrini elektromanyetik bilinçdışı mesajlarla subaylara veren kişi; "o isme dokunma" demiş olabilir mi? Zihin kontrolü mesajlarıyla, adeta hipnozda gibi hareket eden subayların beyni, yine aynı zihin kontrolü silahlarıyla o isme dokunmamaları gerektiği yönünde yıkanmış olabilir mi?
Eğer bunlar doğruysa, eğer darbenin ardındaki üst rütbeli kişi hala serbestse ve o zihin kontrolcüler de görevlerinin başlarındaysa; Sayın Cumhurbaşkanımızın ve ülke güvenliğini sağlamakla ilgili kurumların tetikte ve uyanık olmaları lazım.
İşe, zihin kontrolcüleri sorgulamakla başlamaları lazım. Hatta bu da yetmez; o alanda görev değişikliği yapmaları lazım.
Dahası, kendilerinin de herhangi bir bilinçdışı beyin yıkama operasyonuna maruz kalmaktan korunmaları için, evlerinde ve gittikleri her yerde sinyal kesici; elektromanyetik sinyal emici cihazlar ve Faraday kafesi benzeri yapılar inşaa etmeleri lazım.
Bence, o kişi hala görevinin başında...
Umarım dikkatli olurlar...

Kötü Bir Şey Yaparken Etiketlere Ve Kimliklere Vurgu Yapanların Gerçek Amacı

Şimdiden belirtiyorum yanlış algılayabilecek olanlara karşı.
Evet bu yazdıklarımı bir çok inanca, bir çok etikete ya da kimliğe uyarlayabilirsiniz; çünkü örnekler tek bir din ya da etiket üzerinden verilmiş olsa bile kapsadığı anlamlar geneldir.
Biri, bir başkasına kötü bir şey yaparken; ya da söylerken "gereksiz yere" ve özellikle "Kendisinin müslüman olduğuna (ya da Hristiyan olduğuna); A partisinden (ya da C partisinden) olduğuna ve bunun gibi garip etiket ve kimliklere VURGU YAPIYORSA; %99 olasılıkla o kişinin, ait/mensup olduğunu söylediği dinle; siyasi görüşle; ya da kimlikle vs. ilgisi YOKTUR ve asıl amacı, yaptığı kötülük ve mensubu olduğunu iddia ettiği alt/üst kimlik/etiket arasında bilinçdışında negatif/olumsuz bir depolama yaparak; kötülük yaptığı kişiyi o dinden, o görüşten; ya da o etiket altında toplanan diğerlerinden soğutmak/uzaklaştırmaktır.
Basitçe bir örnek vermek gerekirse;
Aslında dırt kokusuna tapan A'lar, hiç suçu olmayan C'leri tekmelerken "haç işareti" yapıyor ve "İsa aşkına sizi tekmeliyoruz!"; "-Biz Hristiyan olarak- siz C'leri tekmeliyoruz!"diyorlarsa; A'ların C'lere bu şekilde davranmalarında bariz tek bir neden vardır:
Aslında dırt kokusuna tapan ve Hristiyanlıkla alakası olmayan A'lar; İsa'ya ve İsa'nın dinine sempati duyabilecek olan C'leri; İsa'dan ve dolayısıyla Hristiyanlık'tan soğutmaya ve C'lerin kafasında "Haç işareti yapanlar kötüdür." algısını oluşturmaya çalışıyorlardır.

Yine mi uzun cümleler kurdum?
Yine mi bir şey anlaşılmadı sözlerimden?
Peki, anlamaya çalışmakla uğraşmayın; yorulmayın;
kısaca silin listenizden ve kurtulun bu gönderilerden.
Ya da şöyle de yapabilirsiniz silmeden önce,
"Ben "Do" inancına mensup biri olarak seni siliyorum. Çünkü gözünün üstünde kaşın var." deyin. Belki soğurum "Do" inancından. Ne dersiniz?

İspiyoncu Ayna Nöronlar Bağırıyor: Kral Çıplak!

Ayna Nöronlarla Telepati
Karar vermek için çok erken. O nedenle sadece izliyorum haber diye gösterilenleri...
"Doğruların içine yalan; yalanların içine doğru karıştırılarak" yapılagelen manipülasyon tekniği;
"tekrara dayalı" manipülasyon tekniği...
ne çok çarpar oldu dikkatimin kulaçlarına...
"Oku, araştır ve öğren... yetmez! Daha çok öğren!"
Daha çok bilgi için, beni uykusuz bırakan nöronlarımın seslerini işitiyorum adeta...
Hiç doymuyorlar nöronlarım... hep daha çok bilgi; daha çok bilgi diye diretiyorlar yorgun gözlerime, onların isteklerine karşı koyamıyorum;
çünkü biliyorum her yeni bilgiyle; onların hayata daha da tutunuyor olduklarını...
Sonra dönüyorum içinde bulunduğum garip, şüpheli, yüksek olasılıkla kurgu gerçekliğe...
Veri - sonuç analizi o kadar yoğun bir şekilde yapılıyor ki; bilincimin belki de sayamayacağı kadar çok bilgi, geçiyor bilinçdışı süzgecimden; her yeni analizde kullanılmak üzere...
Ne çok şey bliyor bilinçdışım...
Ahh şu ayna nöronlar... herkesi ispiyonlayan bir ordu gibiler beynimde... Hiçkimsenin hiçbir şekilde kandıramayacağı ayna nöronlar... ne dürüst ve ispiyoncular...
İşte bu yüzden, uzun süredir; hayretler içinde izliyorum insanları...
Ne çok saflık okuyorum yüzlerinden, sözlerinden, hareketlerinden... ve onlar için üzülmekle; kendim için üzülmek arasında gidip geliyorum karar mekanizmalarım her zamanki analizlerini yaparken...
Aslında, bu sanki yeni bir öykü ve başka bir senaryo; farklı bir boyutmuş gibi...
Sanki kralın çıplak olduğunu görebilen az sayıdaki insanın; korkudan demeye çekindiği o cümlenin yokluğunun suskunluğu gibi, garip bir bilinç hali: Kral Çıplak!
İçimde sürekli sürekli bağırıyor çocuk nöronlarım: Kral Çıplak!
Hayır, anlatamam... söyleyemem o masalın gerçek olduğunu.
Diyemem insanlara "Kral Çıplak!"
Zaten desem de anlamazlar, uyanmazlar sarhoş edildikleri o uykudan...
Belki bir ümit vardır... yine de bir ümit vardır belki...
ama ben küçüğüm... ben...
Zaten ne zaman kandırılmış insanları düşünsem, o umutsuzluk hali...
Sayıca fazla oldukları için belki; belki de onları uyutanların "şşşttt..." yapan parmakları fazla büyük göründüğü için gözlerime... bilmiyorum; ama beni aşan bir durum.

Sonra mucizevi bir şekilde, uzayın derinliklerinden, geldiler yeryüzüne Evren'in koruyucu melekleri;
insanları uyandırdılar "gerçeğe körlük uykusu"ndan...
Adaleti sağladılar ve insanlara adaletle hükmetmeyi öğrettiler...
Her şeyin iyi ve güzel olduğundan ve bütün iyilerin** güvende olduğundan emin olana; gerekli koruma kalkanını oluşturana dek kalmaya karar verdiler dünyada...



*****

25 Temmuz 2016 Pazartesi

Şekilcilik Neden Vardır Hiç Düşündünüz Mü?

Şekilcilik, sizi daha kolay kandırmak isteyenler tarafından uydurulmuştur.
Kim uydurmuş olabilir; A'ların A şeklinde; C'lerin de C şeklinde görünmeleri gerektiğini?
Herkesin rengi, kolayca belli edilsin diye mi?
C maskesi takarak; gerçek C'lerin arasına karışmak suretiyle, C'leri içten yönetebilmek için mi?
C maskesi takarak, gerçek C'lerden bilgi sızdırmak için mi?
Ya da daha kötüsü; C maskesiyle yaptıkları kötü şeyleri, gerçek C'lerin üzerine yıkarak; sanki bütün C'ler öyleymiş gibi göstermek ve A'ların ve diğer C'lerin algılarında, "C'ler, aslında kötüdür." imajını yaratabilmek ve diğerlerini, C'lerin üzerine kışkırtabilmek için mi?
İşte bu yüzden şekilcilik kötüdür; çünkü, şekilcilik, buna inananların kandırılabilmelerine ve kalenin içeriden feth edilmesine ve ajanlığa olanak sağlar.
Hep dediğim gibi, dinsel; ya da siyasal imzalar; görseller; objeler; aslında, o şeyin gerçekten imza edilen; gösterilen veya simgesiyle mesaj verilen objelerinin taşıdığı anlamın doğruluğunu kanıtlayan şeyler değillerdir. Aksine, bilakis; bu tür simgeler, sloganlar ya da işaretler; saf ya da yeterince düşünmeyen insanların gözlerinin boyanmasına neden olur.
Lütfen, her sakallıyı hoca; her başı örtülüyü müslüman; her ülkücü işareti yapanı da milliyetçi sanmaktan vazgeçin. Kelimelere ve sloganlara aldanmaktan vazgeçin; her besmele çeken müslüman mı sanıyorsunuz gerçekten?
Renginizi, inancınızı ve hatta ırkınızı ve siyasi görüşünüzü gizleyin; çünkü devir, kimin ne olduğunun belli olmadığı bir devir ve hayatta kalmak için, rol yapmak zorundasınız!

Beyni En Çok Geliştiren Yöntem: Her İki Lobunuzu Da Kullanın!

Sağ Ve Sol Lobların İşlevleri, Nitelikleri.....
Size beyni en çok geliştiren yöntemi söyleyeyim mi? Tek lobunuzu değil; her iki lobunuzu da kullanabilmenizi sağlayacak olan yöntemi...? Sağak; ya da solak olarak değil; hem sağak, hem de solak olarak kendinizi nitelendirebilmenizi sağlayacak ve zihninizde adeta bir devrim yaşanmasını sağlayacak yöntemi... Peki, açıklıyorum öyleyse: Sıklıkla sağ ellerini kullananlar, yani sağak olanlar; sol ellerini; sıklıkla sol ellerini kullanan solaklar ise sağ ellerini kullanmaya başlasınlar... bunu uzunca bir müddet yaptıktan sonra da her iki elinizi aynı anda "farklı şeyler" yapmak için kullanın...

Beslenme şeklinin de çok etkisi var zekanın artmasına. Meyve ağırlıklı beslenmek, ceviz yemek gibi... Bunlara ek olarak; yürüyüş gibi sporları günlük yaşamınızın bir parçası durumuna getirmek ve oksijeni bol ortamda bulunmak da beyin gelişiminize ve dolayısıyla zekanızın artmasına yardımcı olan etmenler arasındadır; çünkü yürüyüş gibi her iki bacağın ve her iki kolun da aynı anda hareketinin sağlandığı sporlar, sağ ve sol loblarınızın birlikte aynı anda çalışmalarını sağlar; ki beyin dokunuzun da, kaslardan oluştuğunu düşünürseniz; kaslarınızı ne kadar çok çalıştırırsanız, çalıştırılan o kasların, o denli sağlamlığının ve kuvvetinin artacağını da bilmeniz gerekir. Oksijen ise hücrelerinizin çalışması için ihtiyaç duyduğu enerjiyi sağlama görevini üstlenmiş durumda. Bu nedenle, oksijeni bol ortam, düşüncelerinizi berraklaştırıp; beyninizden daha fazla verim almanıza da yardım eder. Bu veriler, yapacağınız çalışmada işinize oldukça yarayacak...

Yaşınızın çok fazla bir önemi yok bu anlamda; çünkü beyin, her yaşta gelişimini devam ettiriyor; siz onu çalıştırdıkça...

Nöron ağları hakkında bir şeyler duymuşsunuzdur daha önce... Tıpkı bir örümceğin, ağını genişletmesi gibi; öğrendiğiniz her yeni bilgi ve kelime; beyninizde yeni nöron ağları oluşmasını sağlıyor... İrade kuvveti sağlayan korteksinizin gelişmesine de yardım ediyor yeni bilgiler... Örneğin, sadece gözlerinizle yapabileceğiniz biyolojik dünyaya olan küçük bir inceleme bile, beyninizde yeni ufuklar açılmasına yardım edebilir... Arıları, sinekleri; yada diğer canlıların yaşamlarını, hareketlerini incelemek gibi basit örnekler verebilirim bununla ilgili...

Neden bu konuda size bu önerileri sunuyorum?

Çünkü, insanların beyinleri ne kadar gelişirse; insanlar her iki loblarını da kullanmaya ne kadar yatkın olurlarsa; o oranda mantıklı kararlar verebilme potansiyelleri de artıyor. Hem analitik zekanın; hem de resmi "bütün olarak" görebilme kapasitesinin artması ise; daha sağ duyulu bireyler ve daha sağlıklı bir toplum demek...



Zekanızı Artırmanız İçin Mutlaka Uzak Durmanız Gereken Yiyeceklerin Listesini Görmek İçin Şu Yazıyı Da Okuyabilirsiniz: ZEKİ OLMANIZI İSTEMEYENLERİN PLANLARINI DEŞİFRE EDİYORUM!


Dahilerin Gizli Örgütünü Merak Ediyorsanız, Cicada 3301, Dahilerin Gizli İletişim Ağı, İlahi Dinler Ve Güven Meselesi... Adlı Yazıyı Da Okuyabilirsiniz...
Her iki beyni de kullanmak; Aynı Anda İki Lobu Da Kullanmak, Beyni, Zekayı Geliştirme Yöntemleri